Anadolu Dervişleri: Sözlü Gelenek mi Yoksa Kayıp Tarih mi?
Gündem

Anadolu Dervişleri: Sözlü Gelenek mi Yoksa Kayıp Tarih mi?


15 May 20255 dk okuma20 görüntülenmeSon güncelleme: 15 June 2025

Anadolu'nun kadim bilgeliği, yüzyıllardır süregelen sözlü gelenekle günümüze ulaşmıştır. Ancak, bu zengin mirasın ne kadarı gerçek, ne kadarı efsane? Yunus Emre Divanı'ndaki şiirlerin tamamı orijinal mi? Divan-ı Hikmet Hoca Ahmet Yesevi'ye mi ait? Hacı Bektaş-ı Veli, Makalat diye bir kitap yazdı mı? Bu ve benzeri sorular, Anadolu dervişlerinin gizemini daha da derinleştirmektedir.

Anadolu Dervişlerinin İzinde Bilinmezlik

Toplum olarak bilinmezliği, gizemi ve sırlı olayları sevdiğimiz bir gerçek. Duygu, bilgiden önce geliyor bizde. Belge, kayıt, tarih yok. Vardıysa da yok edildi. Anadolu, farklı dönemlerde karış karış işgale uğramış. Cengiz Han ve Timur, ilk akla gelen iki örnek. Nedense ilk önce kütüphaneleri yakıyorlar. Mezar taşlarına kadar yıkmadık bir şey bırakmıyorlar, girdikleri şehirlerde. Farklı bir örnek; Babailer İsyanı’ndan sonra bizzat devlet tarafından binlerce insan katlediliyor, malları yağmalanıyor. Dolayısıyla Ahi Evren veya Hacı Bektaş-ı Veli’nin eserleri vardıysa da yakıldığını, yok edildiğini düşünmemek için bir sebep bulamıyoruz. Ya da onlar hakkında risaleler yazılmışsa, elimize ulaşmadığını düşünebiliriz. Anadolu ve Mezopotamya’nın her şehri zaten uzun yıllar bu şekilde devam eden savaşlara meydan olmuş.

Sözlü Geleneğin Gücü ve Toplumsal Hafıza

Türbeleri var işte o mübareklerin. Ziyaret ediyoruz. En sakin, huzurlu anlarımız belki de onların türbelerinde geçiyor. Ve merak ediyoruz kimdiler, ne zaman yaşadılar, neler yaptılar. Onlarla ilgili yapılan araştırmalara, yazılan kitaplara baktığımızdaysa, yukarıda söz ettiğim gibi cevabı verilemeyen ya da tartışma konusu olan yüzlerce soruyla karşılaşıyoruz. Bunun sebebiyse, bu kitapların da yazılı kayıtlardan ziyade sözlü geleneğe dayanmasıdır. Sözlü geleneğimizin yaşamadığını kimse iddia edemez. Yıllar önce Karaman’ın bir köyünde, tanımadığım bir ihtiyardan İbn Arabi menkıbelerini şaşırarak dinlemiştim. Demek ki bizde sürekli talanlarla yok edilen şehirler, kütüphaneler, bu şekilde sözlü gelenekle korunuyor. Yunus Emre’nin ve Karacaoğlan’ın şiirleri dilden dile aktarılıyor. Hangisi doğrusuydu, orijinaldi bilinmese de o ruh nesilden nesle yaşanıyor. Buna toplum muhayyilesi, dağarcığı diyebiliriz. Bu yüzden Divan-ı Hikmet’i Hoca Ahmet Yesevi mi yazmış, yoksa onun talebeleri mi kayda geçirmiş, fark etmiyor. O ruh, o eserde mevcut olduğu müddetçe yaşamaya devam ediyor.

Kayıp Tarihin İzinde

Anadolu'nun derinliklerinde yatan bu sırları çözmek, iğneyle kuyu kazmaya benziyor. Osmanlı öncesi Anadolu'yu ve Anadolu Selçukluları dönemindeki dervişleri tanımaya çalışmak, sabır ve titizlik gerektiriyor. Ancak, bu çaba, geçmişimizi anlamak ve geleceğimize yön vermek adına büyük önem taşıyor. Sözlü geleneğin gücüyle günümüze ulaşan bu bilgileri doğru yorumlamak, Anadolu'nun gerçek ruhunu keşfetmemizi sağlayacaktır.

  • Yunus Emre'nin şiirlerinin kaynağı
  • Hacı Bektaş-ı Veli'nin gerçek kimliği
  • Anadolu dervişlerinin öğretileri
  • Sözlü geleneğin önemi

Sadullah Gülten’in yeni kitabı Üçler Yediler Kırklar da bu gelenek içinde düşünülebilir. Ben kitabın reklamını gördüğümde, Sadullah Gülten’in akademisyen yönünden dolayı, araştırma-inceleme çalışması sanmıştım. Kitabı okumaya başladığımdaysa, ismi geçen zatlara dair kısa hikayelerden oluştuğunu gördüm. Hoca “Ön Söz”de bu kitabı “sair okuyucu” için yazdığını belirtmiş. Şöyle de düşünülebilir; ismini ilk defa duyduğunuz bir zatın türbesindesiniz. Merak edip sordunuz, kimdir burada metfun olan kişi, sorunun muhatabı hemen ilk aklına gelen şeyleri kısaca anlatır ya, işte Üçler Yediler Kırklar da bu mantıkla yazılmış. Mesela Geyikli Baba’yı çok sık duyarız, Ankara’dan Amasya’ya doğru giderken, Geyikli Baba Türbesi yazılı tabelaları da görürüz ama kimdir, neden “geyikli” denilmiştir, bununla ilgili teferruata girmeden, akademik tartışmalara dalmadan, uzun ansiklopedi maddeleriyle boğuşmadan bu kitaptan okumak mümkün. Sanırım Sadullah Gülten’in kitabı hazırlarken amaçladığı nokta da burasıydı.

Anadolu dervişlerinin mirası, sadece geçmişe ait bir hikaye değil, aynı zamanda geleceğe ışık tutan bir fenerdir. Bu mirası korumak, anlamak ve yaşatmak, hepimizin sorumluluğundadır. Unutmayalım ki, geçmişini bilmeyen, geleceğine yön veremez.